MerTweB | Şiir Dünyam
 
 

MerTweB

selma ecer (5)

Ah Bir Yıldız Öpebilsem…!

koklanmayı bekleşen çiçekler misali
sıcak nefes hissetmemiş…ninnisiz büyümüş çocukluklar
kırıldıkça kalpleri kırılmaya hazırlanmış yeniden
ne bir albüm ne de bir çerçeveye konmuşlar
yaprakları yitik dallar gibi…sevgisizliğin gölgesinde donmuşlar

oysa -“hiçbir çocuk annesiz doğmaz”-

iyot kokulu sesleri hüzün tadında
hiç kalır gök gürültüleri ahlarının yanında
çentik çentik ellerine…
yoksulluk bir yara gibi yuva yapmış tenlerine
.
yağ yerine umut sürmüş anneleri ekmeklerine
dizi dizi çizilmişler leşçil kuşların gökyüzü tuvallerine

kimilerine göre “alında bir çizgidir”
oysa-“ yoksulluk kitaplardan öğrenilmez” –

daima onlar koşmuş kılıcın keskin yanında
kamp kurmuş göz yaşları yanaklarında
zamansız yaşamdan koparılmışlar...
günü gelmeden koparılan takvim yaprakları gibi
bohçalarında üç beş kuru umut…virane tüm tebessümleri
yamuk yapmış hayat hep…dünyaya düştükleri günden beri

ah bir kırabilsem sabır taşlarını …!
oysa -“sabrın namlusunda kurşun tükenmez”-

belki kısık sesli gök gürültüsüyüm şu anda
dolu bir mavzer gibiyken...
bu viran susmaklar içimde sönmeyen bir yanardağ
ah bir kusabilsem…!

örtün üstüme sımsıcak sözleri
üşümüş kar taneleri sığınır avucuma
firuzeli bir gül sarsa beni
sevgiye sığınsam…toplu iğne başı kadar da olsa

yüreğimi çatlak bir narın kırmızısına bansam
havalansa ayaz rengi güvercinler saçlarımın kıvrımından
bir tırtılın tüyü olsam...
besmele ağacının yeşil yapraklarına tutunsam
ninni söylese gölgeler…mutlu bir meleğin kanatlarına konsam

solmasam beyaza özenen kırmızı gül misali
simsiyah dünyayı katmer katmer maviye boyayıp...
bir balon gibi sevgiyle doldursam
...
-“ölüm oluyor hep…yaşam kavgasında kazanan”-
karanlığa doymuş bir ama gibi açlığa doymuş afrika
yumak yumak bulut olup...
sağnak sağnak bereket yağdırsam

bilirim…!
bayram sabahı bekler gibi ağaçlar yeşili bekler
oysa -“sevgi ağaçta yetişmez” –

ah bir yıldız öpebilsem
bütün çukurları yamayabilsem gölgemle
minare boyu çizmeler giyebilsem
şu en büyük park masmavi gökyüzünde
tek değil milyonlarca ben…hangi birini güldürsem

biliyorum! ...
yakacak bütün günahları…yakacak kötü kaderi
başı göklerden kurtulup inebilse ayaz yere bir
külü dağıtabilse köz…alev rüzgarı dost bilir
….
oysa “hayat; uyanıkken rüya görmektir”

..
.
1996
Tahsin ÖZMEN


EPİZOD

iki kesik baş…gövde
mayosu yırtık balık…terzi
emziğini kaybetmiş beyaz saçlı gölge…ana
.
ısırgan otu…okşayacak el
aydınlığa imrenen karanlık…kiralık göz arıyordu
.
-baş timsah ağzındayken…yan gelip yatmaz düşünce-
ve
-kanatları hiç kapanmaz merak kuşunun gündüz gece-
..
eylül ihtilâlinde infaz edilen orman… yürüyordu yanarak
ve kurumuş yatağında can çekişen ırmak…
mavisine kurşun sıkılan gök yüzünün gözyaşlarını yağmur sanarak…
su arıyordu
...
- her yara kabuğundan…
ve
-her ateş kendi yangınından kurtulmak ister önce-

hafif meşrep bir ölü…
mezara girmeden evvel bayramlığını giymekten
sorgusunda dili tutulan ceset…
oraya buraya koşuşan sesinin arkasından yetişmekten söz ediyordu
.
-oysa kabir duası beklenmez emekli bir cellattan…
ve -
-bazen…tek çare sığınmaktır ecele –
..
gümüş tasta bekleşen rüyalar…düşlere girmekten
lahitler içinde hayal ayinleri düzenleyen fahişeler
şehvet kutuları ellerinde…
rahim arayan şuh bir ceninle sevişmekten söz ediyordu
...
- kuyudan çıkılmaz üçüncü sınıf bir fahişenin ipiyle inilmişse-
ve
- hiçbir kördüğüm çözülmek istemez -…-her yara gelip kıvrılır bir tene-

iki çığlık…iki diş gıcırtısıyla saç saça baş başa kavga ediyor
şarklı bir totem…
kentin yıkık yetimhanesinde…üşümüş serçe gözleriyle
gün ışığına hasret hayallerini arıyordu
.
-huzur aranmaz yanmış paranın küllerinde-
ve
-bir avuç küldür dün…yarın gelince-
..
bebeğin kemirdiği kaktüs…acıyı öğretiyor
acısından bir o yana bir bu yana savrulan rüzgar…
salıncağından düşen güneşin yarasını sarıyordu
ve
hiç taranmamıştı saçları güz güllerinin…
tuzlu su kaçmıştı yırtığından denizin gözlerine
zindandaki hücresinde…
sarışın bir ışık arıyordu gölgesini bulmak için serçe
ve sımsıcak ellerini uzatmıştı yüreği pas tutmamış iskemle…
darağacının dalında asılı kalmış göz bebeklerine
...
-herkes kendi acısını çeker önce-
ve
-hep yumar gözlerini hiç açmaz gece-
1994
Tahsin ÖZMEN


SERENCAM

çabuk döker yapraklarını yalan ağacı…gizlemez dalları çıplaktır
acı kahvedeki telve serap
sızlamaz…en güzel terane hakikattır

alna yazılana kurbanım…!
bazen kader…
bir kürek mahkumunun terinde tuz
bazen de inancın yolunda toz
olmaktır

herkes kendi göğünde hükümdar
herkes kendi gönülgâhında sultan da olsa
yaşamak…zembereği gün be gün ölüme kurmaktır

cennet…
entarisindeki gülleri sulayan küçük kızın yüzüdür
hasret…
dokuz yıl on gündür doğuramamış…
etekleri ninni…memeleri süt dolu hamile kadındır
kıyamet…
bir gün…sevgilinin bedenindeki ateşle yanma ihtimalini düşünmektir

burkalı Afgan kadınının hayali…görülmektir
düşmüşün hayali…
şifa diye yaralarına sürülmüş yangınları söndürmektir
benimki ise…
cami avlusuna bırakılmış bebeğe güneş şefkati vermek
evladı yitik bir ananın…
gül dalına astığı ağıtı okurken ölmek
ve
un ufak edilmiş bir züğürt mezarının yanına gömülmektir

/…insan olmanın bedeli…yaşamak
yaşamanın bedeli yanmaktır
kaçakcı heybesinde haşiş…gerilla namlusunda kurşun
yaraya saplanmış kör bıçak gibi…
güzel bir düşün…tam ortasında uyanmaktır…/
1990
Tahsin ÖZMEN


Güneşi Çağırırmış Yüreği Üşümüş Her Çocuk

… sokak lambaları dururken…
boyun bükmek sarı çiğdeme yakışmazmış…/
.
biraz ayrılık kokarmış her istasyon
verilip de tutulmamış söze… ihanet sorulmazmış
ve
ne kadar sevgiden yoksunsa yürek…o kadar ayazmış
.
bazen dünyayla savaşırmış insan… kendisiyle barışmak için
bazen yapraklarını dökermiş ağaç…üşümüş gölgesini ısıtmak için
..
kimi zehir kimi şarap
kimi viski kimi kezzap içermiş
kimi kesmeyi unutmuş makas misali…
hayatı ağzında geveler
kimi de yaşamın zorluklarından gölgesinin suflesiyle geçermiş

ağa düşmüş bir balık telaşıyla tutunurmuş insan yaşama
alışırmış yüreği sızılara
uçmayı öğrenirmiş kanatları kırıla kırıla
ve mutluluk bulurmuş gül bakışlı bir yarin gülüşündeki pırıltıda
.
eğer bir gönüldaşı olursa…
yatağının boş kalan yanı sıcaklık hasreti çekmezmiş
….
…yürekteymiş en onarılmaz yara
sevip sevilmezse…hiç geçmezmiş…

sanırdım ki…
-yük saymaz mazlumun külfetini insan olan
ve
yaraya sürülürse...dert içindir her derman-
.
ama sonunda anladım...!

bahar uğramazmış darağacının acılı dallarına
müebbete sorulmazmış zaman
başkalarının düşünü görürmüşüm
kül sanmışım kendimi...ateş olup yanmadan
..
her yıldızı alev bilirdim mumların tepesinde yanan
sağa sola sallanan bir köpek kuyruğunun…
mutlululuğu kadar bile değilmiş mutluluğum
meğer gökyüzüymüş renk hırsızı denizleri mavi kılan

cücelirmiş büyüdükçe hayat
kamburuna küs bir beden
ve
sıkılmaktan korkulan bir elle
yarını kim yakalayabilmiş ki...ben yakalasam
-
velhasıl…
bölüşememişiz sevgiyi güvercin payı
başım dönüyor tut dünyayı …düşecek tutmazsan
….
/…ışık vuracağı yüzü…
ağaç dalına konacak kuşu seçmezmiş
ve
- güneşi çağırırmış yüreği üşümüş her çocuk – hiç vazgeçmezmiş…/
1996
Tahsin ÖZMEN


NAR-I AŞK

gözlerinin yeşilini bıraktığın son yaprak da düştü döne döne
sanki yüreğime bir gramofon iğnesi batar
içimde düne dair…
derin bir veda acısı,
hicran sancısı, mahşeri bir özlem ve koskoca bir boşluk var
seninle yaşamak bahardı…
yokluğun hazan…eylül buram buram hüzün kokar

gi t t i n g i d e l i…;

boncuk boncuk terlemiş…
saçları dağınık bulutlar düşer irem bahçelerinden
kapımı çalar seninle birlikte yitip giden mavilikler ve
uçurumun kenarındaki evrenin gözyaşları
uçurtma rüzgâr…
rüzgâr uçurtma ister benden
.
oysa…
kara görmüş deniz gibi terk etti aklım beni
onlarca martı ölüyor her gün ömrümden
.
sensiz…
-haritası olmayan dünya mıyım…yoksa dünyası olmayan harita mıyım ben-

galiba…
biraz hava…biraz da suyum
sevmek ıslaktı…oysa şimdi kuruyum
“aşk işi de olsa her canlı”
henüz çözülememiş gizemli bir soruyum

meselâ…
-gittiğin gün mü öldüm…yoksa öldüğüm gün mü gittin-

her aynada senin yüzün…her duvarda resmin
bense üçgen dairelerde hapisim
-herkes mi ben…yoksa ben mi herkesim-

elbet bir bildiği vardır diye…gönlümün peşine düştüm
çiçek oldum…güneşinin muhabbetine dayanamayıp zemheride açtım
öyleyse…
-ben miyimdim seni seven…yoksa sen miydin kendini sevdiren-

artık…!
ne bahar ne yazım
ne kadar yoksun…o kadar ayazım
.
içtikçe dolan boş bir rakı şişesi kadar susuz
bin yıldır hiç durmadan akan ırmak kadar uykusuzum
öyleyse…
- geceler mi sarhoş…yoksa ben mi ayığım-

Amin’i eksik dua…
sahili dövmekten yorulmuş dalga gibiyim
bakımsız bahçeye…
yuvasından kovulmuş serçeye döndüm
.
sanki dünyadan elini ayağını çekmiş istiridyeyim
anılarımızı saklıyorum annemin akide kavanozunda
yüzümdeki hüzün girdaplarını çizen uçurum perileri…
suzinak şarkılar terennüm ediyor…
düş kurduğumuz mevleviler tapınağının pervazında
.
çıkmaz sokakta kaçak…
yeniden yakılmayı bekleyen sönmüş ocak gibiyim
.
bilmiyorum…!
aşkın meşalesi tekrar ne zaman yanacak
-geçmişim mi daha kısa…yoksa geleceğim mi daha uzun olacak-

neyse ki…
elâ bir gökkuşağı demleniyordu iğde dalında…
yakaladım umudun kıvırcık saçlarından
ve esmer bir kuğu kondurdum dudağıma
.
gölgemden uçurtma…
bezden bebekler yaptım…yokluğunda eş olsun diye serçe parmağıma
kilim desenlerinde düşlerini buldum senin gibi taşralı bir güzelin
ve
şarabın öyküsünü sordum…göğümde uçuşan asma yaprağına

dedi ki…
/…-her insan bir boşluğa tutunur
ki o boşluk…tanrısal bir yontudur-
ve
her aşk...kül rengi bir zamandan sonra soğur ve unutulur
.
kim bilir...!
bakarsın gün gelir…
bir cemre gibi düşer nar-ı aşk
ve o boşluğu doldurur…/
1990
Tahsin ÖZMEN

gönderen: Selma ECER, 06/10/2011
selma_ecer@yahoo.com
 
 
 
 
Şiir Gönder

Sevdiğiniz şiirleri şairinin adını belirterek veya kendi yazdığınız şirlerinizi paylaşın. ''Sizden Gelenler'' sayfamızda isminizi ve sitenizin adını vererek yayınlayalım.

Haydi Gönder »
Admin

Söylediklerimden çok sustuklarımda saklıyım.! Dilsiz değildir suskunluk, çok şey anlatır anlayana. Kelimelerin anlatamadıklarını haykırır . .

Profil »
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol